İki göz vardır ki, cehennem ateşi onlara dokunmaz.Bunlardan birincisi Allah korkusundan, O’na saygıdan dolayı ağlayan göz, diğeri ise memleketine, iffetine, namusuna, dinine, diyanetine yapılacak saldırıları gözetlemek için Allah yolunda nöbet tutan gözdür.” (Tirmizi, Fezailu’l-Cihad, 12) buyurarak iki göz sahibinden bahseder Allah Rasulü.
Bu hadisi çoğumuz okumuşuzdur. Hatta bir kısmımız ezbere bile biliyoruzdur. Ancak hiç düşündünüz mü acaba birbirine zıt gibi gözüken, birisi sınır bekleyen diğeri ise ağlayan göz Nebiler Nebisi’nin mübarek bir kelamı içerisinde nasıl yan yana getirilmiştir? Bu iki göz arasında nasıl bir münasebet vardır?
Sınırda nöbet bekleyen, dışa karşı mücadelesini yapan, o mevzuda maddeten mukavemet eden kişi, dışın fethini yapmasına mukabil, gözlerinin yaşlarını ceyhun eden kişi ise iç fethinin havasını dillendiriyor ve iç heyecanlarını yaşıyor demektir. Allah Rasulü bu hadis-i şerifiyle tek cümle halinde iç ve dışın fethini anlatarak bize gerçek fatihin en temel vasıflarını anlatmaktadır. Gerçek fatih, dış dünyanın hakkını vererek orada başarıdan başarıya koşmalı; ama iç dünyasını da ihmal etmemelidir. Şanlı tarihimiz hem iç hem de dışın fethini gerçekleştirmiş fatihlerle doludur. İsterseniz bir misal verelim.
Bu kaftanı öldüğümde
tabutuma sarın!
Bir gün Yavuz Sultan Selim’i hocası Şeyhülislam Zenbilli ile yürürken görürüz. Bu sırada Zenbilli’nin atının ayağından çıkan bir çamur, Yavuz’un kaftanına sıçrayıverir. Yavuz da bunu hisseder. Zenbilli, esasen Yavuz’a karşı bel bükmeyip boyun kırmayacak bir insandır. Ama yine de bu celal sahibi hükümdara karşı biraz ürker ve irkilir. Ona teselli vermek için büyük hünkar döner ve yanındaki nedimine seslenerek şöyle der: - Nedimim! Ben sırtımda şu anda hocamın atının ayağından çıkan çamuru taşıyan kaftanı taşıyorum! Size vasiyetim şudur ki, vefat ettiğim zaman, mukaddes bir bayrak gibi bunu tabutuma sarın ve bu kaftan ile beni Allah’ın huzuruna götürün. Hayatının hitame erdiği anda Yavuz’un bu vasiyeti yerine getirilir. İşte dış fethini Mercidabık ve Ridaniye savaşlarıyla yapan Yavuz, bu noktada bizlere sadece dışın değil aynı zamanda için de fatihi olduğunu gösterir.
Tarık! Dün bir köle idin...
Başka destansı bir misal daha verelim. Endülüs’e ilk giren keşif kolu kumandanı olan Tarık b. Ziyad, tarihlerin bize verdiği malumata göre beş bin kişi ile kendisinden yirmi kat daha fazla olan düşmanın karşısına çıkmış ve geriye dönmemek için de geldiği gemileri batırmıştır. Daha sonra askerlerini karşısına alan Tarık onlara şöyle seslenmiştir: “Askerlerim! Önünüzde derya gibi bir düşman, arkanızda düşman gibi bir derya var. Ya kaçacak, arkadan vurulacak ve zelilâne öleceksiniz veya savaşarak muzaffer olacak ve Allah’a kavuşacaksınız.” Bu engin coşkunlukla düşman saflarına saldıran Tarık ve ordusu düşmanı mağlup eder.
Bu şekilde Tarık bir dış fetih yapmıştır. Endülüs fethedilmiş, sekiz asır insanlık tarihine nur ve feyiz bahşedecek medreselerin, mekteplerin ve kültür ocaklarının temeli atılmıştır. Buralarda yetişen ilim adamlarının yaydığı ışık tüm dünyayı aydınlatmıştır. Bu, dışa karşı büyük bir fetihtir. Tarık bununla yetinmeyerek iç fethini de yapacaktır. Neden sonra o, Toleytola’da kralın hazinelerinin bulunduğu daireye iner. Orada altınların, elmasların, gümüşlerin üzerine basıp onları hor hakir görerek, tarihe mal olan şu büyük sözünü söyler:
“Tarık! Dün boynu tasmalı bir köle idin; Allah seni hürriyete kavuşturdu. Sonra bir kumandan oldun. Bugün, Endülüs’ü fethetmiş ve kralın sarayında bulunuyorsun. Unutma, yarın da toprak olup Allah’ın huzurunda olacaksın!”
Örnekleri çoğaltmak elbette mümkündür. Onlar, bu şekilde dış ve iç fetihlerini yaparak hem bu dünyalarını hem de -inşallah- öte dünyalarını kazanmışlardır. Bizler de tıpkı bir ağaç gibi bir yandan semalara doğru yükselirken, diğer yandan da derinliklere doğru kök salarak iç ve dışın fatihleri olmalıyız.
ALİ DEMİREL